Yolu Prag’a düşen Developer’ın hikayesi :) Hafta #1
Öncelikle ufak bir giriş yapmak istiyorum, ne alaka? “Ne Prag’ı, developer hikayesi derken ne kastediyorsun, olayı bize baştan sar” diyecekler için ufak bir özet geçeceğim.
Türkiye’de çalışma fikrine pek sıcak bakamadım mezuniyetimden sonra. Çok iyi fırsatlar da geldi karşıma fakat Türkiye’de kalma fikri benim için heyecan verici olamadı bir türlü ve tüm diğer teklifler ve fırsatlara rağmen ben de bu ülkenin sınırları dışında kalan fırsatları kovalamaya başladım. Kısa sürmedi, yaklaşık 3 ay gibi bir süre içinde Amerika, İngiltere ve bilimum Avrupa Birliği ülkesinde bir çok pozisyonla ilgili araştırma ve başvuru yaptım. Sonuç olarak bugün Prag’dayım. Zentity isimli bir Mobil Yazılım firmasında Windows Developer olarak an itibariyle koltuğumdan bu satırları yazıyorum.
Ve daha önce Microsoft MEA stajımda olduğu gibi bir nevi hikaye gibi bu tecrübeyi tüm diğer dostlarım ve takipçilerimle paylaşmak istedim.
Gelelim adım adım neler olduğuna, neler yaşandığına. Tamamen teknik olmayacak bu seride günlük hayata ve bir insanın yaşamına dair de çok şey paylaşıyor olacağım. Zaten şu ana kadar teknik olarak yaşadıklarımı anlatsam bir kaç satırı geçeceğini pek sanmıyorum 🙂
İlk Gün
İlk geldiğim günden başlıyorum. Uçaktan indikten sonra beni karşılayan 2 kişi vardı, benim elimde 3 bavul onların elinde ise bira… Adetmiş, tek seferde içmek gerekiyormuş o arkadaşı 🙂 Sonrasında kalacağım yere bir göz attık falan derken akşam oldu, benim gelişim için parti (adı parti ama, bizim için bildiğin x kişisine oturmaya çay içmeye gitme eylemi :)) düzenlemişler, velhasıl Prag saati ile 00:30 gibi evden ayrıldım, beni evin yakınlarına giden bir metro istasyonuna yerleştirdiler. Evi telefonumun üstün navigasyon sistemiyle kolayca buldum internetim olmamasına rağmen (offline haritalarımız cidden süpermiş). İşin en komik kısmı ise burada başlıyor. Kapıda kaldım. Evet. Gecenin 1’inde apartmanın girişinde çalışmayan anahtarımla kalakaldım 🙂 Baktım olacak gibi değil, başladım zillere basmaya 🙂 Açan olmadığı gibi kimse megafondan “arkadaş sen kimsin bu saatte” demeye bile tenezzül etmiyor. Ben en azından biri “hayırdır sen kardeş” demek için seslenir ben de derdimi anlatırım diye umuyordum. Kapıda yaklaşık olarak 1 saat harcadım, sonunda birileri apartmandan çıkarken kapıyı bana açtı. Neyse ki evin anahtarı kapıyı açabildi. İlk gün macerası böyleydi. Bir an acaba ilk günümü sokakta mı geçireceğim diye düşünmedim değil. Geri de dönemiyorsunuz çünkü şu an kaldığım yere sanırım saat 01:00’dan sonra metro yok. Taksi olayı da Türkiye’deki gibi değil, yolda boş gezip müşteri arayan bir taksi olayı burada yok. Çağırmanız gerek, çağırmak için de numarayı bilmeniz… 🙂
İkinci ve Diğer Günler
Ertesi gün kendime bir numara ve mobil internet bağlantısı aldım, banka hesabımı açtırdım. Markete gidip “hayatta kalacak” birşeyler edindim kendime 🙂 Tabi bir miktar da çevreyi gezme fırsatı oldu. Prag’ın ilginç bir sessizliği var. Buranın taksim meydanı muadili olan meydanı bizim meydandan kat ve kat daha sessiz. Gelibolu’nun sessizliğini ve İstanbul’un gürültülü kısımlarını buram buram yaşamış biri olarak hem bu kadar hareketli hem bu kadar sessiz bir şehir bende şu hissi yaratıyor: “harika yapılar ve tarih kokan sokaklarda caddelerde yürürken huzur bulmak”.
Normal binaları, apartmanları bile tarihi yapıya uygun inşa edilmiş yada düzenlenmiş, deseler ki bir bina 100 yıllık bir diğeri 10 yıllık ayır bakalım, ayıramayız muhtemelen. Bizde olduğu gibi kafana göre tasarla kafana göre binanı dik olayı belli ki burada (en azından şehrin merkezi/turistlerin geçebileceği, bulunabileceği yerlerinde) yok. Şehirde her gördüğüm binanın resmini çekmeye başlayınca arkadaşım bana “çocuğum bu normal bi bina neden çekiyosun hasta mısın sen?” der gibi bakınca olayı anladım.
Para Birimi
Para birimi ise benim için büyük bir şans sanırım, 1 Türk lirası burada 10 Kron ediyor yaklaşık olarak ve fiyatlandırma da aynı bu doğrultuda. Örneğin bir BigMac Türkiye’de sanırım 12 lira iken burada ise 120 kron. Yani para birimine alışma ihtiyacı bile duymadım, direk özümsedim 🙂 Bu arada bir çok yerde gelmeden önce Euro kullanabileceğim yazıyordu fakat hiç öyle değil, ilk geldiğim gün tüm paramı Kron’a çevirmek zorunda kaldım. Bu arada gelecekler için söylüyorum, en yüksek çeviriyi Türkiye’den Euro alarak ve burada o Euro’ları Kron’a çevirerek yapabilirsiniz.
Toplu Taşıma Mevzusu
Sonuç olarak bir kaç günüm böyle dolaşarak, çeşitli belgeleri geerkli yerlere götürüp imzalatarak falan geçti. Toplu taşımaları ise bizim için biraz garip kaçacak şekilde işliyor; “çok basit”. Benim gibi yer yol bulma özürlüsü bir insan bile ilk haftasında artık mevzuya hakim olabiliyorsa, ben buna düzen derim. Şehrin dış kısımlarında otobüsleri var, iç kısımlarında ise “tram” dedikleri tramvayları var, şehrin tamamını kaplayan da 3 adet metro ağı var. Şimdi düzene gelecek olursak, her şeyin saati ciddi anlamda belli ki bu zaten çok garip gelmedi. Garip gelen ise şu, örneğin x numaralı tramvayda inip metroya gidiyorsunuz. Siz tramvaydan inip metroya yürüyüşünüzü takiben 10-30 sn içerisinde metro geliyor. Bu ilk kez olunca tesadüf sandım fakat küçük ulaşım aracından bir büyüğüne geçeceğiniz zaman her zaman bu durumu yaşıyorsunuz, zamanları neredeyse tamamen ayarlanmış. Leventte otobüsten inip metroyu 10 dakika bekleme durumu burada olmuyor. En garip gelen yönü ise bilet kontrol olayı. Biletlerimizi veya aylık biletlerimizi “zorunlu olarak” bir yerlere basmamız veya okutmamız gerekmiyor. Bir kesin kontrol mekanizması yok aslında. Olay şöyle işliyor, adı opencard olan 1-3-6-12 aylık biletiniz var ise sadece yanınızda olması yetiyor. O karta sahipseniz herhangi bir yere okutmadan her şeye binip gidebiliyorsunzu özgürce. Türk olarak aklıma ilk gelen şu, “e kardeşim aylık biletim var gibi binsem, kontrol eden yok. Nasıl olacak bu iş?”. Aslında olay tamamen güvene dayalı. Aylık biletiniz yoksa normal bilet alıyorsunuz, onları bir yerlere okutmanız gerekiyor binerken evet ama isterseniz aylık biletiniz varmış gibi hiç bişey okutmadan geçip gidebilirsiniz, soran eden olmuyor. Ama şöyle bir istisna var, nadiren de olsa metroda, tramvayda biletleri rasgele olarak soran birileri olabiliyormuş. Ama arkadaşımın söylediğine göre 4 yıldır burada yaşıyor olmasına rağmen sadece 2 kez kontrol edilmiş. Yani istese 4 yılda sadece 2 kez yakalanarak özgürce ve bedava gezebilirdi (Türk kafası ne yazık ki). Fakat burada sistem güvene dayalı işliyor dediğim gibi. İnsanlar dolandırmak ve sahtekarlık yapmak yerine dürüstçe gidip biletini alıyor. Ben de o tayfaya katılıp ilk fırsatta 3 aylık biletimi aldım ve artık hunharca her toplu taşıma aracına biniyorum. İşin daha da ilginci nerede olursanız olun, en fazla 200-300 metre yürüyerek bir metro istasyonuna ulaşabilirsiniz. İstanbulda biz otobüslere ulaşmak için bile bazen çok daha uzun yollar yürüyoruz. Arada sırada bilmediğim sokaklara girip kayboluyorum, sonra haritayı açıp 200 metre ilerideki metro istasyonuna girip evime dönüyorum falan filan gibi bir düzen mevcut burada. Kaybolmak imkansız (en azından benim için, 3400 mAh pil kapasiteli Lumia 1520 cihazım ve 10,000 mAh yedek pilim olduğu sürece kaybolmak imkansız)
İlk İş Günü
İlk iş günümde firmaya bir kaç belge getirdim sigortamın yapılması ve bir kaç diğer yasal unsur için. ekiple tanışma fırsatım oldu, iş yerim Rosmarin Business Center isimli bir iş merkezinin içinde kendine ait bir ofis alanında bulunuyor. Velhasıl tanışmamızdan çıkarttığım kadarıyla insanlar gerçekten kibardı. İlk günümde halletmem gereken şeyler olduğunu söyleyip izin aldım, bu işleri hallettikten sonra da ofise geri döndüm ve çalışmak için gerekli şeyleri konuştuk. Öncelikle bana bir kaç bilgisayar önerdiler kullanmam için fakat birisi Mac, diğeri de pek yeni sayılamayacak bir Windows 7 cihazdı. Yapacağım işin gerektirdiklerini söyleyince bana istediğim bir bilgisayarı seçebileceğimi, satın alacaklarını söylediler. Ben de aynen dedikleri gibi yaptım, gayet performanslı, dokunmatik destekli, canavar diyebileceğim bir alet gösterdim, uygun mudur diyesordum. Ne kastettiğimi anlamadılar 🙂 Daha sonra konuşunca farkettim ki bu da güven ile alakalı bir durum. Türkiye’de genellikle önce bu tarz şeyler için onay alma gerekliliği olabilir, fakat burada insanlar seçtiğin şeyin senin için gerekli olduğunu bildikleri/güvendikleri için uygunluk/izin alma işlemine tâbi tutmuyorlar seni. Daha sonraki yazıda buna biraz daha fazla değineceğim çünkü gerçek anlamda “insan hayret ediyor” bazı şeylere.
Teknolojik Aletlerin Fiyatları
Bu arada Türkiye’de 3500-4000 lira aralığındaki dizüstü bilgisayarlar burada 2500 lira civarında. Tüm teknolojik aletlerde aynı durum geçerli diyebilirim. Buradan aldığım yedek pil bana 139 liraya mâloldu fakat aynı kalitede muadil bir cihaz Türkiye’de 50-60 lira kadar daha pahalı. Fiyatlarda genelleyecek olursam %10-30 arasında bir ucuzluk söz konusu. Durum telefonlar, bilgisayarlar ve tüm bu tarz aletler için geçerli. Nadiren daha pahalı olan şeylerle de karşılaşıyorsunuz fakat en temel teknolojik aletler genelde %30’a kadar hatta bazen daha da yüksek oranda ucuz oluyor.
Yeme, İçme, Konaklama
İşe en can alıcı noktadan gireceğim arkadaşlar. Burada 1.5 litrelik su 2 lira, 1 şişe bira ise 1,1 lira. Litre hesabı yaparsak bira ve su fiyatı aynı sayılabilir ama eğer çok kaliteli bira aramıyorsanız bira gerçek anlamda sudan daha ucuz. Ayrıca marketlerin tamamında içkiler için büyük yerler ayırılmış. Türkiye’de oturmaya giderken eli boş gitmeme kavramı vardır yada bir arakdaş oturmaya gidip çay içme mantığı. Olay burada da var fakat eli boş gitmeme ve çay içme mevzusunu içki ile değiştirmeniz gerekiyor 🙂
Yemeklere gelecek olursak, ilk geldiğim günlerde biraz risk alıp iyi restoranlara gittim. En azından bulabildiğim en iyilerine gitmeye çalıştım. Taksim’de nevizadede kaliteli sayılabilecek bir mekanda oturup yemek yesek, üzerine içebildiğimiz kadar içki içsek, mezeler falan havada uçuşsa kaç para öderiz kişi başı tahmin edebiliyorsunuzdur sanırım. Ben burada aynı yeme içme işlemini sanıyorum ki yarısından çok daha ucuza yapabiliyorum 🙂
Şu an bir evin bir odasını kiraladım. Ev metroya çok yakın, yürüyerek sanırım 2-3 dakikadan kısa bir süre içinde metroya ulaşabiliyorum. Ve bu konaklama için aylık ortalama 300 lira gibi bir ödeme yapacağım sadece. Aynı şartları Türkiye’de sağlayan bir özel oda kiralamak için sanırsam iki katından fazla ödememiz gerekebilir.
Burada ayran şişesinde süt, süt şişesinde ayran satıyorlar!!! Süt diye ayran aldım ilk günümde, olacak iş değil 🙂 Az kalsın nesquick cornflakes yiyecektim ayran ile. Gıda maddeleri de ucuz sayılır, et ve et ürünleri konusunda maalesef domuz var her yerde. O da ucuz sayılır fakat ben yemeyi başaramadım, kokusu ve tadı bana göre değil. Temel gıda besinleri Türkiye’ye oranla oldukça ucuz. Yani diyeceğim o ki, Türkiye’de asgari ücret alan birisi Türkiye’de kendi başına yaşarken çok sıkıntı yaşar fakat aynı arkadaş aynı parayı burada kazanabiliyorsa hayat standardı bir tık daha iyi olur, çünkü temel ihtiyaçlar Türkiye’ye göre daha ucuz. Sorarsak lafta biz gıda üretimi yapıyoruz ama burada bu maddeler daha ucuz. Kalitesini tartışacak kadar karşılaştırma yapamam fakat ben bir tat farkı göremedim açıkçası.
Şimdilik aktaracaklarım bu kadar, gelecek hafta ile ilgili detayları daha sıkı tutarak daha güzel aktarabileceğimi umuyorum 🙂 Beyin göçünü buralara doğru tetiklemekten korkuyorum ama gerçekler bunlar 🙂
Bahtın açık olsun Onur.
Teşekkürler hocam 🙂
Prag’da gezilecek çok yer var 🙂 İyi gezmeler 🙂
Öncelikle yeni işinizi tebrik ederim. Prag gerçekten muhteşem bir şehir, umarım keyfini dibine kadar çıkartmakla birlikte çok çok katma değerli işlere imza atabilme şansını yakalarsınız.
En içten sevgi ve selamlarımla…
Teşekkürler, dibine kadar çıkartmakta kararlıyız 🙂 Selamlar.
çok faydalı oldu, ellerine sağlık.
Bende Gelibolu luyum, yazinda deginmene bayildim, bol şanslar
Teşekkürler 🙂
Merhabalar, aylık ev kiralamak istiyorum prag’ ta 18 kasım ile ocak arasında acaba sizin bildiğiniz uygun yerler varmıdır. Tek başıma kalabileceğim bir oda istiyorum. Teşekkürler
levent selam, bu kadar spesific tarihler icin kalacak yer bulmanin en iyi yolu airbnb olacaktir. oraya bakmani oneririm.